28 Aralık 2012 Cuma

Maskülen Güç


" Kendi başına doğuran mucizelerin kadını Kibele dönemi biteli çok oluyor. Spermlerinin marifetini anlayan erkeğin çağındayız. Sik çağı ! Boyundan büyük siki olan bereket tanrısı Priapos'un kurallarının çağı. Bu çağda mal, sahibini zayıflatır. Bu çağda savaşları, kaybedecek kadını olmayanlar kazanır. Bu yüzden erkek, alabildiğine derine gömer kadını. Gökte, kadına ait ne varsa onu taşıyan şeytan, erkeğe ait ne varsa onu taşıyan kadın. Aralarında kalmıştır sıkışmıştır erkek. Kızgındır. Bu yüzden gömer kadını. Eşit olamayacağını bildiği için üstüne çıkar, tepinir. Çünkü sikini doğrultmazsa doğurtamayacağını, ama bir kadının kısır da olsa zevkten delirebileceğini bilir. Erkek, kadından nefret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır. Kendisinin de iddia ettiği gibi, sahip olduğu her şey, sikinden küçüktür. Aklı, kalbi, insanlığı ve her şeyi..."      Hakan GÜNDAY / Ziyan

23 Aralık 2012 Pazar

Mağmum Masamız



  Unuttum desen de ne çare! Unutulur mu hiç kaldırdığın kadehler? Her meze,her yudum,her rüzgar masadan götürür duygularını. Kolay mı sandın? Rakı içiyorsun! Ellerinin içine aldığın bardak,senin tüm hayatın. Her yudumda daha da uzaklaştırır masadan seni bu velet! Beyaza çalan rengi masum durur uzaktan .Oysa katilindir senin. Söylediğin,hissettiğin her şey gerçektir ve daha beyaz onunla. Herkesle içemezsin onu. Herkes aynı tadı vermez sana. Sen aynı rakıyı içtiğini düşünüyorsun ya, yanılıyorsun!  Herkesle aynı içilmez. Ortak olmalı rengi de derdi de.
  
  Salaş bir balıkçıda kaldırdığın kadeh,kaldırdığın keder masanın şerefinedir. Masamızın ortağıdır söylenen her söz. Dalgaların kıyıya vuran sesi de,rüzgarın alaçatılarına vuran sesi de ortaktır yüreğine. Anlamaz çokça kişi ! İçer de, anlamaz seni! Hafif mayhoşluğunu,anlar eline aldığın kadeh. En sadık ortağındır hayatta. Kim söyletir ki içindekileri ondan başka? 
  
  Yakamoz vurur denize. Arkana aldığın anılarına gizlenmiş kokular, masandaki balığında, mezende gizlenir. Ortağın açar yolunu. Söylenmemiş her sözü söyletir sana. Kimi onu özüyle içer,kimi katar içene bir derin su bir de buz. Dudaklarından dökülen her sözün bir iklimini getirir rakı. Her mevsiminde başka şey paylaşırsın. Müzik mi seni böyle alıp götürür yoksa ortağın mı bilinmez ya,gidersin kendinden. Herkesin kendine göre hayat derdi,aşk derdi vardır. Masanda hangisi çoksa,onu paylaşırsın. Sen rakıya kavuşursun,masa aşka kavuşamaz ve biz yine yalnız kalırız.
Benim kulağıma fısıldar kimsenin bilmediği bu dizeler:
Havada kararsız bir yağmur
Anlarsın senden telaşsız
Yatakta yalnızlık yerini korur
Nefesin ruhundan duyarsız
Deli hasretin küskün ruhuma
Hatırı sayılır yarınlarıma
Gözyaşımsın tenime akan
Sözlerin geceye kanan
Sensizlik yalnızlıktaki yaram
Yine kaldırırım ortağımı gecenin yakamozuna, ortağımın en sadık dostuna. Gece beyaza, masada son mezeler sana teslim olur. Son itiraflar bırakır kendini dudaklardan. Biz yine dökülürüz kanımızın kaynadığı yere.

                                                                                                               Zeynep  DANIŞMAN

19 Aralık 2012 Çarşamba

Rakı Kültürü



     Güneş batmak üzere, havanın derecesi bize aynı şeyi çağrıştırıyor; rakı. Bazen diyorum ki alkolik miyiz biz sonra düşünüyorum atalarımızın, dedelerimizin ve  başta Mustafa Kemal Paşamızın kültürü bu ve büyük bir istekle dört iyi arkadaş aynı yeri düşünüyoruz. Hemen ardında, Alaçatı’ya balıkçı teknelerinin  yanındaki  o sempatik restorana gidiyoruz. Garsonlar bize isimlerimizle hitap ediyor. O kadar çok gidiyoruz ki oraya artık orası bizim evimizin bahçesi gibi, biz hiç sipariş vermiyoruz. Deniz sanki bizim gelmemizi bekliyormuşcasına mutlu. Rüzgar gülleri bize el sallıyor hoş geldiniz dercesine. Tüm masanın oyuncuları teker teker geliyor bir tiyatro oyununun oyuncuları gibi ilk rakı, su ve buz geliyor onunla birlikte bazen aynı daldan koparıldığını düşündüğüm kavun ve peynir geliyor. Sanki tarlaya tek bir tohum dikmişsiniz de aynı topraktan kavun ve peynir çıkmış gibi… Rakı ve su  kime yakınsa bu güzel günün sakisi o olur. Ve rakıları sakimiz dolduruyor , arkadan çok sesli de değil sanki o şarkı bizim hayatımız boyunca hep ufaktan çalıyormuş gibi bizimle bütünleşen  Müzeyyen Senar "Şarkılar Seni Söyler"’ şarkısı...
      


      İlk olarak asla mezelerden bir çatal alınmaz. O soğuk, çapı 5 cm boyu 12 cm olan ince, dünyanın en güzel bardağı olan bardaktan bir yudum aldıktan sonra peynire ve mezelere geçilir. Çünkü eğer mezelerden bir çatalla başlarsak başrol mezeler olur ve rakı onlara ayak uydurmuş olur. Ama bizim baş rolümüz rakı.  Ve diğer sanatçılarımız geliyor; salata, deniz börülcesi, girit ezme,haydari… Daha sonra ahtapot ızgara ve karides…  Onlarda sanki rolleri gereği ayak uydururlar masaya hepsinden aynı miktarda alırız tabaklarımıza onların kalbini kırmamak için.  Rakı masasında sürekli bardaklar birbirine vurulmaz. Vuranları kınıyoruz bizim oralarda sürekli vuranlara ilk defa içiyor muamelesi yapılır ve öyledir de. Servis tabaklarını asla yeniletmeyiz çünkü onlar akşamın o masanın birer tablosudur, bir ressamın tuvale vurduğu fırça darbeleri gibi. Hepimizde aynı mezeleri koyarız tabaklarımıza ama hepimizin tabaklarındaki resimler farklıdır. Her ressam aynı resmi farklı tarzda çizer.

  Baş rolümüzün sevgilisi ızgaranın yanından ufak ufak masamıza gelirken, masadaki rakılar yenilenir. Başrolümüzün en büyük aşkı da Alaçatı Çipurasıdır. Çipura masaya geldiğinde onu mutlu etmek için onun  tüm bedenini sevgilisine sarması için, bir lokmasını bile ziyan etmeyiz. Belki de bu güzel akşamın nedeni sadece sevgililerin  buluşmasını sağlamaktı. Rakı Balığın bize verdiği bu büyük zevkin,bugüne kadar farketmesek de, en büyük nedeni o büyük aşkı vücudumuzda hissetmemiz olsa gerek.


                                                                     Kemal VARHAN